Önce bürokraside reform sonra e Devlet

Dünkü "Köşemizde," Sn. Başbakan'ın KKTC'yi uçuracağını söylediği "e-devlet"e taktıktı. Ki bu söylemin öncesinde "bilişim adası" olacağımız vaadleri vardı.

Tutun ki olduk! Kalkınmayı gerçekleştirecek, mesela dairelerden alacağınız doğum kâğıtlarından tutun da askerlik sorunlarınıza, ekonomiden tarıma kadar her alanda kurulan iletişim ağları ile mesela oturduğunuz yerden bile halledeceğiniz "işlerinizi" bu "entegre elektronik hizmetler" çağına adapte edecek bir "bürokrasiniz" var mıdır? Yıllardır şikâyet ettiğimiz bürokratik işlemlerden kurtulacak mıyız? Yahut basite irca ederek yazalım, bir iki tuşa basarak gerçekten memleketi çağdaşlaştıracak o müthiş iletişim teknolojisiyle "uçacak mıyız?" (Aslında ben kompüter, elektronik, dijital, bilişim, kısaca çağımızın dünyasına şekil veren bu tip büyük teknolojilerin çok dışındayım üstelik anlamıyorum da…)

O zaman soracaksınız: "Anlamadığın konularda neden ahkâm kesiyorsun? İşte bu soruya vereceğim cevabı iyi biliyorum dolayısıyle anlıyorum:

İstediğiniz kadar ilerlemenin ve gelişmenin öncüsü olan, tartışmasız "olmazsa olmazı" çakan Bilgisayarlarla donanın. Bilişim adası olun. Sadece Face Book'lar, Tweterle değil; gerçek anlamda Devletin tüm organları ile saat gibi çalışmasını sağlayacak, entegre hizmetleri bir kompüter olayı ile halledecek o müthiş iletişimleri yaratın…

Eğer ona sahip çalıştıracak, halkın hizmetine koyup bu yenileşmeye adapte edecek "akıllı ve becerikli bir bürokrasi" yoksa; KKTC'yi uçuracak dediğiniz e-devlet güvercinlerle posta dönemlerini bile aşamaz… ÖNCE BÜROKRASİ: Hükümetler gelip gideceklerdir. Devlet bakidir. (Tabi KKTC gibisi ülkelerde bu kalıcılığı ulusal bilince mal edip Devletin kalıcılığını vurgulamak yanlıştır çünkü yaşatmak için değil, yıkmak için uğraşırlar!)

Neyse biz, Devletini çok seven, sevdiği için ona sahip çıktığını farz ettiğimiz Bürokrasiden söz edeceğiz. Çünkü e-devlet'i Başbakan Küçükle Bakanları çalıştırmayacaklardır. Bürokrasi deyip genelleştirdiğimiz Devletin görevlileri çalıştıracaklardır.
Dün ne dediydik? Eğer eylem ve grevlerden fırsat bulurlarsa! Dahası böylesi bir iletişim devrimini varlıkları ile Devletin varlığında duyarlarsa. Ve tabi söylemeye gerek yok, inanıp çalıştıracak yetenekle beceriye sahip olurlarsa…

Ne diyordu Marx? Öncelikle eğitimcinin eğitilmeye ihtiyacı vardır. Ki bizim Bürokrasi yıllardır her gelen iktidarla birlikte "adama göre iş" popülizminde "iş bilmez" durumlara düşerken, saçından ayak ucuna kadar tu baştan reorganizasyona ihtiyacı vardır.. Vardır ki Kamu görevlilerini yeniden yapılandıracak bu büyük olay yaratılmazsa, e-devlet oluşun ancak lafazanlığı aşamasında kalınır.

***

SİYASİ DURUM TELAŞI

Baktık geçen hafta'dan sarkan, "Müzakerelerde ne oluyor" sorusuna verilecek cevaplar, bu haftanın başına aktarılmış. Tabi Eroğlu'nu "çözümsüzlük" yanlısı ilan ederek. Hem kolay hem de ucuz. Çünkü her zamanki gibi bu suçlamaların içinde ne Hristofyas'lı Kiliseli Rum liderliği var ne de AB'nin tatsızlığı!

Zaten olmasını da beklemiyorduk: Memlekete borularla su akıtılacağı için "Kuzey Kıbrıs'ı Türkiye'ye bağımlı hale getirecektir" çığlıklarının atıldığı yerde, müzakereleri hay hayda Eroğlu'nun dinamitlediği de iddia edilir!

Oysa Hristofyas bir yandan AB dönem Başkanı olacağının siyasi avantajını kullanarak, öte yandan Doğalgaz'a ulaşırken İsrail ile ikili anlaşmalarını öne çıkartarak ve tabi ki Rusya ile bir zamanların Bloksuz ülkeler kalıntısı olan ülkelerin hâlâ süren desteğine güvenerek oynuyor kozunu…

RUM NEYİN PEŞİNDE: Anladığım ve anlayacağınızla Müzakereleri çıkmaz yolun ucuna getiren "toprak ve mülk sorunlarını" bakın Hristofyaslı Rum liderliği nasıl çözmek istiyor:

BİR: Evvel emirde askersizleştirilecek bir Kıbrıs'tan Türkiye gidecek dolayısıyle "garantörlük" hakkı ortadan kalkacaktır. (Bu istek çözüm olsa bile Rum'un sonuna kadar mücadelesini vereceği en önemli husustur çünkü kesinlikle Türkiyesiz bir Kıbrıs gözlemektedir.)

İKİ: Rum tarafı toprak olmadan mülkiyeti görüşmek istemiyor. Görüşeceği mülkiyet ise her hal'u kârda Kuzey'deki Rum evlerinin kaderi için ilk sahiplerinin karar vermesidir… Türk tarafı ise mülkiyetle toprak sorunlarının birleştirilerek bir bütün halinde görüşülmesini istiyor.

ÜÇ: Eroğlu genellikle sorunun tazminat ve takaslarla çözülmesinden yanadır. Yani iki bölgeliliği koruyan bir uzlaşma aramaktadır. Hristofyas ise ne pahasına olursa olsun hem iadesini ön gördüğü Kuzeydeki toprakları ile bazı kent ve köylerinin iadesini istemekte hem de bunlara yerleştirilecek mesela seksen bin Rum'un Kuzey'e dönmesini istemektedir…

DÖRT: Son haberlerde Kuzey'de Rum evlerinde oturanların bu evlerden çıkartılmasını da istiyormuş…

BEŞ: Bir de Downer cephesi var. Bakın o da aklınca nasıl bir politika izliyor. Bakıyor ki Kuzey'de Müzakerelere yönelik değerlendirmelerde CTP kanadı ile Özdil Nami ve öteki bazı muhalefet partileri Eroğlu'na yükleniyorlar, gidiyor bu çevrelerle görüşüyor. Yani, "düşmanını yılana sokturt. Yılan başarırsa düşmanından, başaramazsa yılandan kurtulursun" taktiğinde!

KISACA: Downer bile ensemizden poza pişirirken Hristofyas'lı Rum'a şirin gözükmeyi yeğliyor! Tabi BM'ler sekretaryası da Hristofyas'ı sigaya çekeceğine Türk tarafına yumuluyor. Neyse ki Ankara hâlâ yanımızdadır.