Kanuni'nin Oğlu Şehzade Mustafa, Devleti Aliye'nin Gördüğü En Parlak Şehzade

Kanuni Sultan Süleyman'ın ilk oğlu Şehzade Mustafa'yı katlettirdekten sonra Kanuni'ye yazılan mektup; "Cihan padişahı babası gibi adil, atası Sultan Selim gibi yavuz ve korkusuz, büyük atası Sultan Mehmet gibi zeki. Devlet-i Aliye'nin gördüğü en parlak şehzade...
Şehzade Mustafa Nasıl Öldürüldü

Şehzade Mustafa'nın ölümü üzerine Fünûnî, Rahmî, Edirneli Nazmî, Muînî, Mustafa, Müdâmî, Sâmî, Kara Fazlî, Nisâyî , Şeyh Ahmed Efendi, Selîmî, Kâdirî gibi şairler mersiyeler yazdılar. Hakkında yazılmış en tanınmış mersiye, Taşlıcalı Yahya Bey tarafından yazılmış olandır.

"Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel celalileri aldı Mustafa Han'ı
Dolundu mihr-i cemali bozuldu erkanı
Vebale koydular al ile Al-i Osman'ı"

Şehzade Mustafa, sultan olmadan kendisi bu denli fazla mersiye yazılan tek şehzadedir.

Fatih Sultan Mehmet döneminde uygulanmaya başlayan Devlet'i Osmaniye için kardeş katli, I. Ahmet döneminde hanedan veraset sistemini değiştirip kardeş katli yasası kaldırılmıştır. Şehzadelerin saltanat çekişmeleri arasında en trajik hikaye Osmanlı'nın en güçlü hükümdarı Kanuni döneminde yaşanmıştır. Saltanat sırası kendisinde olan Şehzade Mustafa, Kanuni'nin basiretsizliği sonucunda katledilmiştir. Dahası Şehzade Mustafa'nın 7 yaşındaki oğlu Mehmed de intikam almasın diye katledilmiştir. Tarihin en büyük saltanat trajedilerinden biri olan Şehzade Mustafa'nın öldürülmesi, Steven Spielberg gibi usta bir yönetmenin elinden doğru dürüst bir yapıma dönüştürülmesi gerekir.

Şehzade Mustafa Kimdir?

Şehzade Mustafa (1515, Manisa - 6 Ekim 1553, Konya), (Osmanlıca adı: ?????? ?????) Sultan Süleyman'ın Mahidevran Sultan'dan olma oğlu ve 32 yıl veliahtlık yapmış Osmanlı şehzadesidir. Saruhan, Amasya, Konya sancak beyliklerinde bulunmuştur. Babasının tahtına göz dikmekle suçlanmış; Nahcıvan seferi'ne giden Osmanlı ordusunun Konya'da konakladığı sırada, padişahın otağında boğdurulmuştur. Katli, devlete isyan suçundan dolayıdır; ancak deliller ve şahitler konusunda tartışma bulunmaktadır. Hürrem Sultan'ın tahta kendi oğullarından birini geçirmek için Şehzade Mustafa'ya tuzak kurduğu ve ölümünü hazırladığı iddia edilmektedir.

Şehzade Mustafa'nın Yaşamı

1515 yılında babası Kanuni Sultan Süleyman'ın şehzadeliği sırasında Manisa'da dünyaya geldi. Dedesi Yavuz Sultan Selim'in 1520'de hayatını kaybetmesi üzerine Osmanlı tahtına oturmak üzere İstanbul'a giden babasının yanında İstanbul'a gitti.

Hürrem Sultan'ın babasının sarayına girmesinden sonra annesi Mahidevran Sultan ile Kanuni'ye dört şehzade daha doğuran Hürrem Sultan arasında, Kanuni'den sonra kendi oğullarının tahta çıkmasını sağlamak için büyük bir mücadele yaşandı. Şehzade Mustafa, 1533 -1541 arasında Saruhan Sancakbeyi (Aydın sancağı ilavesiyle) olarak görev yaptı. Saruhan (Manisa), padişah adayının görev yaptığı yer kabul edilirdi, dolayısıyla Şehzade Mustafa dönemin veliaht şehzadesiydi. 16 Mayıs 1541'de Amasya Sancakbeyliğine atandı; Saruhan Sancakbeyliğine ise kardeşi Şehzade Mehmed getirildi.

Halk ve askerler bu duruma tepki gösterdi, bunun üzerine I.Süleyman doğu topraklarının güvenliği için şehzadenin Amasya'ya gönderildiğini ve veliahtlığının sürdüğünü açıkladı. Ardından, Mehmet'in beklenmedik şekilde 1543'te ölümünden sonra Saruhan Sancakbeyliğine Şehzade Selim getirilirken; Şehzade Mustafa ise 1549 yılında Konya Sancakbeyliğine atandı.

İtalyan elçi Bernardo Navagero'nin kaleminden Şehzade Mustafa

Şehzade Mustafa'nın şahsına dair önemli verilerden biri de Bernardo Navagero adlı İtalyan elçinin hakkında verdiği bilgilerdir. Yazdığı bir mektup aynen şu şekildedir:

"Şehzâde Mustafa, sultanın ilk oğlu. Annesi de Çerkes olan kadın. Şu anda Amasya'da ikamet ediyor. İranlılar'ın sınırında, İstanbul'dan 26 gün uzaklıktaki bir mesafede. Yıllık geliri 80 bin dükaya tekabül ediyor. Annesi de onunla birlikte yaşıyor ve oğlunun zehirlenmesini engellemek için her türlü önlemi alıyor. Onun için en tehlikeli şeyin zehir olduğunu, başka hiçbir şeyden korkmaması gerektiğini söylüyor. Mustafa'nın annesini büyük ölçüde sevip saydığı söyleniyor.

Herkes onu çok seviyor ve herkes babasının yerine tahta çıkmasını istiyor. Yeniçerilerin de onun hükümdar olmasını istedikleri çok açık. Sultanın bütün kullarının arzusu da bu, çünkü ilk oğlu olmasından yanısıra çok dürüst, cömert ve cesur olması da herkesin onu istemesi için yeterli sebepler. Topraklarına gelen her yeniçeriye, sultanın kullarına, sadece çok iyi davranmakla, onları misafir etmekle kalmıyor, aynı zamanda çok güzel hediyeler de sunuyor. İşte sahip olduğu nâmı da böyle kazanmış. Her ihtiyaçları için yeniçeriler kendisine rahatça başvurabiliyorlar ve onun idaresinden bugüne kadar kimse sultana şikâyetçi olmamış. Babasına sık sık armağan olarak güzel atlar, ayrıca birkaç bin düka da gönderiyor ve bunu seve seve yaptığı çok belli.

Şimdiye kadar babasına karşı hiçbir ters harekette bulunmamış. Hem de başka bir kadından olan diğer kardeşlerinin babasına yakın olduklarını bildiği, hatta biri sarayda yaşadığı halde. Bu konuda çok ılımlı. Söylediğim gibi herkes babasının ardından Şehzâde Mustafa'nın hükümdar olmasını bekliyor ve istiyor. Ancak değişik olaylardan dolayı şans Şehzâde Selim tarafına da düşebilir (Diğer ikisine çok fazla önem verilmemiş). Sultanın çok sevdiği annesinin planları ve çok yetkili olan Rüstem'in planları da bu doğrultuda. Yani sultanın ölümünden sonra Selim'in padişah olmasını desteklemek için şimdi planlar yapıyorlar. Bu yüzden paşa en önemli mevkilere kendine yakın, onun emrinde olan kişileri yerleştiriyor. Sancakların yanısıra, hem yeniçeri ağasını yerleştirdiği, hem de kardeşini kaptanıderya mevkilerine çıkardığı gibi. Paşa kaptanıderya olan kardeşinin görevden alınmaması için büyük çaba gösteriyor. Bu mevkiden kardeşini alsa bile yerine çok güvendiği başka birini koyacak. Zira Mustafa'nın tahta çıkmasını engellemek için bir donanma ile onun yolunu kesmekten daha iyi bir şey yok.

Sultan Selim, İstanbul'a çok yakın. Hayatta kalmayı başarırsa, annesi de ölmezse, paşa da hazinenin ve sultanın paralarının sahibi olarak, kaza eseri bir ölüm ile Sultan Selim'i tahta oturtmak onlar için pek de zor olmaz. Herşeyi elde eden para aracılığı ile insanların kalbindeki Sultan Mustafa sevgisini kısa sürede silip atabilir. Bu şekilde kendisi de tahtı elinde tutmaya devam etmiş olacaktır. Ancak Mustafa'nın öldürülememesi durumunda ise Mustafa, hakettiği tahta çıkmak ve çıktıktan sonra da kaybetmemek için elinden geleni yapacaktır. Sultandan sonra tahta çıkan kim olursa olsun, herkesin bir korkusu var. Bunu Türkler de söylüyor: Bu taht meselesi oldukça kanlı olacağa benziyor ve bunun felaketlerin başı olduğunu düşünüyorlar. Bu konu ile ilgili olarak sultanın taht için kimi tercih ettiğini anlamak kolay değil çünkü hepsi onun oğlu ama yanında her zaman Rus karısı var ve bu kadın kendi oğullarını hep ön plana çıkarıp, sürekli Mustafa'yı kötülüyor. Ama Mustafa'nın tahta çıkması konusunda pek bir şey değiştiremeyeceğini de biliyor. Sultan da bu konuda bir şey yapamaz zira kendi ağzıyla Mustafa'nın tahta çıkacağını söyledi."

Diğer bir veri ise Guillaume Postel'in Osmanlı gelenek-göreneklerini ve Osmanlı'nın siyasi durumunu anlattığı kitapta bulunmaktadır. 1536'da, Fransız kralı I. François, Sultan Süleyman'la bir sözleşme imzaladı ve ardından resmi tercümanı ve tarihçisi Guillaume Postel'i yardımcı olarak Fransız elçisi olan Jean de La Forêt'in yanına, İstanbul'a gönderdi. Fransız tarihçi Guillaume Postel,"De la République des Turcs"(Türklerin Cumhuriyeti) adlı kitabında Şehzade Mustafa'nın iktidarı devralabilecek yaşa ve olgunluğa ulaştığını, tedbirli, ve son derece iyi eğitimli bir şehzade olduğunu yazmaktadır.

Şehzade Mustafa'nın Kişiliği

Mustafa, şairdir (Mahlası Muhlisî), hattattır (Elyazısı: Viyana, Şark yazmaları, No:998 de nesh ile yazılmış Süleyman-name). Manisa Bozdağ da, cami, saray, türbe, çeşmeler yaptırdı. Irakeyn ve Korfu seferinde (1534, 1536, 1537) ve Boğdan seferinde Anadolu muhafızı, 9. seferde (1541) İstanbul muhafızı oldu. Manisa Bozdağ da, cami, saray, türbe, çeşmeler yaptırdı. Görüntüsü ve tavırlarıyla dedesi Yavuz Sultan Selim'e çok benziyordu.

Şehzade Mustafa'nın bilhassa Amasya'dayken ilim meclislerinde bolca bulunduğu, devrin önemli müderrislerinden dersler ifade edilir. Celalzade Salih çelebi, Manisalı Senai Mehmed çelebi, Hayreddin Hızır efendi, Şems efendi, şair Lali çelebi, Karaçelebizade Hicri Mehmed Muhyiddin efendi, İstanbul kadısı, şair Muhyiddin Mehmed Hüseyni efendi gibi alimlerden dersler aldı. Şehzadenin hocalarından olan Mustafa Sürûrî Efendi, Bahrü'l- Maarif ve Zahiretü'l Müluk yazıp şehzadeye sunmuştur. Şehzadenin katli üzerine de Kanuni ile alakasını kesip bir daha görüşmemiş ve kendisine verilmek istenen bütün resmi vazifeleri de reddetmiştir. Kanuni Sultan Süleyman'a yazdığı bir mektupta şu ifadeler geçmektedir.

"Cihan padişahı babası gibi adil, atası Sultan Selim gibi yavuz ve korkusuz,
büyük atası Sultan Mehmet gibi zeki.
Devlet-i Aliye'nin gördüğü en parlak şehzade."

Şehzade Mustafa'nın Ailesi

Zevcesinin adı bilinmemektedir. 1525, Kırım doğumludur. Şehzade Mustafa'nın ölümünden sonra 1555 de, Pertev Mustafa Paşa ile evlendirilmiştir.

Çocukları:

Nergisşah Sultan: 1536 yılında Amasya'da doğdu. Damat Cenabi Ahmet Paşa (şair, tarihçi, Enderuni ve çeşnigirbaşı, 20 yıl kadar Anadolu Beylerbeyi) ile evlenmiştir.

Şehzade Mehmed: 1546'da Amasya'da doğdu. Ölümü; 1553, Bursa.

Şehzade Orhan: Ölümü; 1552, Konya.

Şah Sultan: 1547 yılında Konya'da doğdu. 2 Ekim 1577'de öldü. Zevci Damat Abdülkerim Ağa.

Şehzade Mustafa'nın Ölümü ve Sonrası

Taht yarışında Şehzade Mustafa'yı bertaraf edebilmek için Sadrazam Damat Rüstem Paşa tarafından sahte mektuplar ürettiği düşünülür. Bu mektuplar, Şehzade Mustafa'nın babası hayatta iken onun tahtına göz diktiğini ve isyan hareketlerine destekte bulunduğunu gösterir niteliktedir. Başlangıçta iddialara inanmayan Kanuni, güvendiği din alimlerinden tavsiye istedi. Güvenilen bir kölenin efendisinin parasını irtikap ettiğine ve ona karşı bir tuzak kurduğuna ilişkin hayali bir hikayeyle buna karşı ne yapılması gerektiğini sordu.

Aslında bu, Mustafa'nın isyan hareketlerine başvurduğuna ve babasının tahtına göz diktiğine dair endişelerinin çok uzağındadır. O dönemin alimlerinden olan Mehmet Ebussuud Efendi Süleyman'a şu cevabı vermiştir; "bu durumda köleye ölünceye kadar işkence yapılması uygundur." Bu ifade, şeraite göre kendisine bir cinayet izninin verilmesi demektir, ancak bir fetva niteliği taşımamaktadır. Çünkü Şehzade Mustafa'nın yaşadıkları Süleyman'ın danıştığı hikayeden çok farklıdır.

1553 yılında Veziriazam Damat Rüstem Paşa İran seferi için hareketinden sonra Aksaray taraflarına gelince, orduyu durdurdu ve yeniçerilerin Şehzade Mustafa'ya yatkınlığı olduğunu ve askerin, ihtiyarlığı sebebiyle sefere çıkamayan padişahın Dimetoka da oturmasını, Mustafa'yı hükümdar olmasını istedikleri dedikodusunun yayılmakta olduğunu bildirmek için, sipahiler ağası olan, Kızıl Ahmedliler den Şemsi Ağa'yı (Şemsi Paşa) İstanbul'a yolladı ve padişahın bizzat askerin başında sefere çıkmasını arz ederek, Aksaray'dan ileri gitmeyip bekledi.

Padişah bunu haber alınca Rüstem Paşa'yı geri çağırdı ve 1553 ağustos sonlarında kendisi İran seferine çıktı. Kütahya sancakbeyi Şehzade Bayezid'i Rumeli muhafazasında bulunmak üzere Edirne'ye gönderdi. Bolvadin'e gelince Saruhan sancakbeyi Şehzade Selim orduya gelerek el öptü. Bundan sonra padişah Aktepe konağına geldiği vakit, sefere çağrılan Şehzade Mustafa orduya iltihak ederek çadırı kuruldu. Ertesi gün şehzade babasının elini öpmek için otağ-ı hümayuna yürüdü. Çadıra girdiği zaman babasını göremedi, yedi dilsiz onu karşıladı ve hemen üstüne atılarak boğmak istedilerse de Mustafa bunların elinden kurtulup kaçarken, saray hademelerinden Zal Mahmud ağa arkadan yetişip şehzadeyi boğdu. Cesedi çadırın önüne bir İran halısı üzerinde bırakılmak suretiyle ölümü ilan edildi. Bu, aynı zamanda İran ile iş birliği yaptığı iddia edilen Şehzade Mustafa'nın durumunda bir mesaj niteliği taşıyordu. Cenazesi daha sonra Bursa'ya gönderilerek II. Murat türbesi yakınına defnedilmiştir.

Şehzade Mustafa'nın ölümü askerler ve halk arasında büyük tepki yarattı. Yeniçeriler, olaydan sorumlu gördükleri Rüstem Paşa'nın çadırına saldırdılar ancak onu bulamadılar. Matem göstergesi olarak öğlen yemeği yemediler ve Rüstem Paşa'nın azlini istediler. Kanuni artan baskı karşısında aynı gün Rüstem Paşa'yı görevden alıp yerine Kara Ahmet Paşa'yı atamak zorunda kaldı.

Şehzade Mustafa'nın katlinden sonra Konya'da olan annesi Mahidevran Sultan ve ailesi (eşleri, kızları ve oğlu Şehzade Mehmed) Bursa'ya gönderildi. Lakin Şehzade Mustafa'nın ölümünden sonra askerler arasında çıkan "Şehzade Mustafa öldüyse oğlu var, tahta o geçer!" dedikodularını işiten Kanuni torununun da boğdurulmasını emretti ve 7 yaşındaki Şehzade Mehmed babasının ölümünden bir süre sonra boğularak katledilip Şehzade Mustafa'nın yanına defnedildi. Şehzade Mustafa'nın türbesi, 1555 yılında kardeşi Şehzade Selim tarafından yaptırılmıştır.

Şehzade Mustafa'nın ölümü üzerine Fünûnî, Rahmî, Edirneli Nazmî, Muînî, Mustafa, Müdâmî, Sâmî, Kara Fazlî, Nisâyî , Şeyh Ahmed Efendi, Selîmî, Kâdirî gibi şairler mersiyeler yazdılar. Hakkında yazılmış en tanınmış mersiye, Taşlıcalı Yahya Bey tarafından yazılmış olandır. Şehzade Mustafa, sultan olmadan kendisi bu denli fazla mersiye yazılan tek şehzadedir.

"Meded meded bu cihanın yıkıldı bir yanı
Ecel celalileri aldı Mustafa Han'ı
Dolundu mihr-i cemali bozuldu erkanı
Vebale koydular al ile Al-i Osman'ı"

—Taşlıcalı Yahya Bey'in Şehzade Mustafa için yazdığı mersiyeden bir bölüm.

Şehzade Mustafa Mersiyesi Günümüz Türkçesi – Taşlıcalı Yahya

Taşlıcalı Yahya'lının Şehzade Mustafa Mersiyesi, Cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a yanlış yaptığını anlatan bir şiiridir. Şehzade Mustafa Mersiyesi, o dönem yaşananan trajedinin askerler, halk ve ulemanın da görüşlerini yansıtması açısından önemlidir.

Meded meded bu cihanım yıkıldı bir yanı, Ecel celâlîleri aldı Mustafa Hânı (Meded, meded! Bu dünyanın bir tarafı yıkıldı. Çünkü ecel eşkıyaları Mustafa Han'ı yakaladılar ve boğdular.)

Tohındı mihr-i cemâli bozuldı erkânı, Vebale koydılar âl ile Al-i Osmânı ()

Geçerler idi geçende o merd-i meydânı, Felek o canibe döndürdi şâh-ı devrânı ( Padişahın yanında o yiğidin sözü geçtikçe onu çekiştirirlerdi. Nihayet devir padişahını felek, onların yönlendirmek istedikleri tarafa döndürdü. (Kanuni'nin çevresi tarafından yönlendirilişini kasdediyor))

Yalancımın kun bühtanı bugz-ı pinhânı, Akıtdı yaşumımı yakdı nâr-ı lıicrânı (Yalancının kuru iftirası ve gizli düşmanlığı gözümüzün yaşını akıttı, gönlümüzde ayrılık ateşi yaktı.)

Cinayet etmedi cânî gibi anıın câm, Boguldı seyl-i belâya tagıldı erkânı (Zavallı şehzade caniler gibi bir cinayet işlememişken, belâ seline düşüp boğuldu. Bütün yanında bulunan yakınları darmadağın oldu.)

N'olaydı görmeye idi bu macerayı gözüm, Yazuklar ana reva görmedi bu rayı gözüm (Keşke şu olayı gözüm görmemiş olsaydı. Doğrusu ya, şehzade hakkındaki hükmü doğru ve uygulanan cezayı adalete uygun görmedim.)

Tonandı ağlar ile nurdan menâra dönüp, Güşâde hatır idi şevk ile nehâra dönüp (Şehzade beyaz bir elbise giymiş, bu haliyle nurdan bir minareye dönmüştü. Babasını göreceği için mutluluktan parlayan yüzü gündüzü andırıyordu.(Şehzade'nin Kanuni'nin huzuruna çıkışı anlatılıyor))

Göründi halka dıraht-ı şükûfezâra dönüp, Ütag u haymeleri karlu kûhsâra dönüp (Şehzade halka çiçek açmış bir ağaç gibi göründü, otağ ve çadırları da karlı dağlara benziyordu.)

Tururdı şâh-ı cihan hiddet ile nâra dönüp, Yürürdi kulları yamnea lâle-zara dönüp (Cihan padişahı olan Kanunî Sultan Süleyman hiddetten ateşe dönmüştü, yanında yürüyen adamlar da bir lâle tarlasını andırıyordu.)

Müzeyyen idi bedenlerle ak hisara dönüp, El öpmeğe yüridi mihr-i bî-karara dönüp (Padişahın çadırları bedenlerle süslenmiş, akhisara dönmüştü. Şehzade ise sevincinden güneş gibi yerinde duramaz bir hale gelmiş ve el öpmek. İçin otağa doğru yürümüştü. (Beden: gövde, hile duvarı ve büyük çadırların etrafına çekilen bezden perde manasına gelir. ))

Tolandı gelmedi çünkim o mâh-pâre dönüp, Görenler ağladılar ebr-i nev-bahâra dönüp (Ay parçası gibi şehzade, babasının otağından dönüp gelmedi. Onun cenazesini görenler yağmur yağdıran bahar bulutu gibi ağladılar.)

Bir ejdehâ-yı dü-serdür bu hayme-i dünyâ, Dehânına düşen olur hemîşe nâ-peydâ (Bu dünya çadırı, iki başlı bir ejderhadır. Onun ağzına düşen görünmez olur.)

O bedr-i kâmil ol âşinâ-yı bahr-i ulum, Fenaya vardı telef etdi ara tâli-i şûm ( Ayın on dördü gibi bilgili ve ilim denizinin tanışı olan o şehzade yok olup gitti. Uğursuz talih zavallıyı telef etti.)

Dögündi kaldı hemân dâg-i hasret ile nücûm, Köyündi şâm-ı firakında doldı yâş ile Rûm (Gök yüzünde yıldızlar şehzadenin, hasret yarasıyla dövündü kaldı. Osmanlı ülkesi onun ayrılık gecesinde hasretle yandı tutuştu, ülkenin gözleri yaşlarla doldu.)

Kara geyürdi Karamana gusse etdi hücum, O mâhı ince hayâl ile etdiler ma'dûm (Keder, hücum etti, Konya halkına karalar giydirdi. O ay yüzlü şehzadeyi, ince hesaplar, ustaca entrikalarla yok ettiler.)

Tolandı gerdenine hâle gibi mâr-ı semûm, Kazâ-yı Hak ne ise razı oldı ol merhum (Zehirli bir yılan, yani cellâdın kemendi, şehzadenin boynuna hale gibi kuşandı. Rahmetli kaderi ne ise ona boyun eğdi.)

Hatâsı gayr-ı muayyen günâhı nâ-ma'lûm, Zihî şehîd ü saîd ü zihî şeh-i mazlum (Hatası görülmemiş ve günahı bilinmez işken öldü- öldürülen şehzâde, ne mübarek ve manen ne mutlu bir şehîd ve ne derece zulme uğramış bir sultândır!)

Yıkıldı yer yüzine aslına rücû etdi, Saadet ile hemân kurb-ı hazrete gitdi (Şehzâde yer yüzüne yığılıp kaldı ve aslı olan toprağa döndü. Mutlulukla Hazretin yakınlarına gitti.)

Divan şairleri hakkında, saraya yaranmak için ve saray için yazarlardı diyenlere, öyle olmadığını gösteren bir örnektir; Taşlıcalı Yahya. Eğmeden, bükmeden, fermanındaki sıfatları yedi satırı geçen Cihan padişahına yanlış yaptın, diyebilen bir adam Taşlıcalı Yahya. Daha sonra Rüstem Paşanın ölümünü görmüş ona da bir Mersiye yazmış. Mersiyeler bir üzüntü ve keder şiiridir. Bunun en güzel örneği de Kanuni'nin ölümü üzerine Baki'nin yazdığı mersiyedir.Yahya, Rüstem paşa için yazdığı mersiyede üzülmekten çok sanki sevinmiş gibidir.

Kanuni Sultan Süleyman öz oğlu Şehzade Mustafa'yı neden öldürttü?

Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı cihan devletinin büyük hükümdarı idi. Rus asıllı karısı Hürrem Sultan ile damadı Rüstem Paşa'nın entrikaları sonucu oğlu Mustafa adına düzenlenen "sahte mektupları" araştırma gereği duymadı. Duygularına esir oldu, öz oğlu Mustafa'nın öldürülmesini emretti. Rüstem Paşa'nın Sadrazamlığı 15 yıl kadar sürdü. Öldüğünde serveti sayıldı, Osmanlı ülkesinin en zengini olduğu anlaşıldı. Tarihçi Peçevi Rüstem Paşa'nın "Uçan kuştan bile rüşvet alarak" kesesini doldurduğunu yazdı. Osmanlı Kanuni zamanında "Arşı alaya" yükselmişti, ama padişahın ayakları yere basmıyordu, gerçekleri ise hiç göremiyordu! Osmanlı rüşvet ve iltimas belası ile içten çürümeye çökmeye başlamıştı bile...

Devleti aliyyeyi şahane-i Osmani" sözlerinin anlamını öğrenmek için lügatlere bakmaya bile gerek yok... "En büyük yüce Osmanlı devleti" anlamına gelir. Özellikle Türk soyundan gelen hakanların yönettiği ve 16.yy içinde dünyanın en büyük devlet haline gelen Osmanlı'yı ifade etmek için kullanılır. Hazar Denizin'den Avrupa içlerindeki Viyana kapılarına kadar Osmanlının sınırları kuzeyde Moskova yakınlarından güneyde Afrika içlerindeki Sudan'ın daha aşağısında kalan Kongo ormanlarına kadar dayanmaktadır. Güneşin doğduğu Endonezya'dan yine güneşin battığı Fasa-Moritanya sahillerine kadar uzanan topraklara sahiptir. Ve de Osmanlı'nın idare merkezi İstanbul...Dolayısıyle Topkapı Sarayı...Dolayısıyle Divanı Hümayun'dur.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul fethinden sonra Topkapı Sarayını yaptırırken devletinin kıyamete kadar yaşaması düşünmüş olmalı ki devletin temellerini "adalet üzerine" dayandırmak istemiş. Topkapı Sarayı'nın orta yerinde hükümet toplantılarının yapıldığı yerin üzerine yüksekçe bir kule yaptırmış adına da Adalet kulesi denmiş... İnsanların inançlarına ve soyuna bakılmadan herkese adaletli yaklaşmayı amaçlayan bir düşünce yansımış Topkapı Sarayına yani "Payitahtı Ali Osman'ın "merkezi İstanbul şehrine...

Sonradan Topkapı Sarayının ilk giriş kapısının sağına ve soluna altın sarısı Arapça harfleri ile iki kitabe yerleştirilmiş. Kapının sağ tarafında olan kapının üzerine "Allah yeryüzünün idaresini sultana (Türk hakanına) vermiştir" yazısı yerleştirilmiş... Aynı kapının sol duvarı üzerinde olana da "O, yeryüzünde insanlar üzerindeki zulmü ortadan kaldırmakla görevli ve halkın koruyucusudur" sözleri yerleştirilmiş. Ne muhteşem bir düşünce ve onun bağlı olduğu inanç değerleri...Böylece Osmanlı'nın temelleri kaynağını Kuran'dan alan düşünceye/inanca dayandırılmış...

Fatih'in torunları...İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra tarih sahnesinde rol oynuyorlar. Osmanlı tahtında Sultan Süleyman var. O'na devletini zirveye taşıdığı için "Muhteşem Süleyman" diyorlar. Ülkenin sosyal hayatının her anını kurallara bağlayan yasalar çıkarttığı içinde "Kanuni" şöhretini almış. Avrupalılar onun dünyanın en büyük devletine "Türk İmparatorluğu" (Turkish Empire) adını layık görmüşler. Gücün, ihtişamın "arşı alaya çıktığı" bir zaman yaşanıyor İstanbul'da. Kanuni, gönlünü hoş etmek üzere genç ve güzel saray gözdesi Hürrem Sultan ile evleniyor. Aslen Ukraynalı bir papazın kızı ve asıl adı da Aleksandra Lisovska olan bu genç ve güzel kız sarayda aldığı eğitim ve terbiye sonrası "Hürrem" adına layık görülüyor. Kendini koruyan güzelliği kendi içinde yaşatan anlamına geliyor "Hürrem". Kalem kaşları, incecik belleri, sürmeli gözlerindeki bakışları ile Süleyman'ın kalbini titretiyor ve Osmanlı padişahı ile evleniyor.

Ve yıllar geçiyor. Hürrem'in Kanuni ile olan evliliğinden bir kızı oluyor: "Mihri mah" adı veriliyor. "Ay parçası" anlamına da geliyor, Mihrimah... Hürrem Sultan , gönlünün efendisi, gözleri iki çeşme yoluna baş koyduğu efendisi Süleyman ile yaşadığı aşk ile geçen yılları sonucu koskoca cihan hükümdarına "Aşk mektupları" yazdıracak kadar da cilveli işveli bir hatun. Hürrem'in kızı mihrimah 17 yaşına geldiğinde 1537 yılı içinde evlenmek üzere arayışlar başladı. Makam ve mevkii yerinde olan, herkesin hayran kaldığı, kudretli ve de zengin birisi ile evlendirilmesi lazım Mihrimah...Böyle düşünmüştü Hürrem Sultan. Ve de bu iş için Rüstem Paşa'yı uygun bulmuştu. Tanışmalar görüşmeler ve konuşmalardan sonra Mihrimah ile Rüstem'in evliliği "Allahın emri, peygamberin de kavli ile" sonuca vardı. Yalnız halkın dilinde bir söylenti vardı: Rüstem Paşa'nın dürüst birisi olmadığına inananlar, onun hasta olduğunu ileri sürüyorlardı. Rüstem Paşa'da Diyarbakır Valisi ve de kumandanı idi. Bu işin aslını öğrenmek üzere Diyarbakır'a müfettişler gitti. Gizlice Rüstem'in yatağı araştırıldı. Yorganında bir "bit lekesi" bulundu. Ve de İstanbul'a "Marazı(hastalığı) yoktur amma yorganında "kehle" (Bit) izleri vardır" sözleri yazıldı, rapora...

Ve sonrasında İstanbul'da görkemli bir tören ile Rüstem Paşa ile Mihrimah Sultan evlendi. Bundan sonrası Rüstem Paşa'nın "Devletlu" olması lazımdı. Öyle de oldu yani "Devlet kadar güçlü"olacaktı. Ama nasıl! 1544 yılında Osmanlı Sadrazamlığı görevinde bulunan Hadım Süleyman Paşa görevinden alındı. O'nun yerine II.Vezir Özdemir Paşa veya III.Vezir Hüsrev Paşa'dan birisinin geçmesi gerekecekti. Bu sırada Hürrem Sultan'ın istekleri/entrikaları gündeme geldi. Her iki vezir Özdemir Paşa ile Hüsrev Paşa laf getirip götürmeler sonucu birbirine düştü. Vezirler arası kavga çatışmaya dönüştü. Ve Hürrem'in isteği ve de Kanuni'nin kabul etmesi üzerine Rüstem Paşa'nın istikbali birdenbire parladı Sadrazam oluverdi. O'nun bu durumuna bakanlar "Kehle-i İkbal" sözünü kullandılar yani "bir bit parçasının istikbalini yücelttiği insan" anlamına geliyordu. Rüstem Paşa, resmen Osmanlı Devleti'nin kaderinde söz sahibi olan en yüksek mevkide bir insandı. Ama ipler perde arkasında kayınvalidesi Hürrem Sultan'ın elinde idi.

Ve de Hürrem Sultan, Osmanlı tahtına kendi öz oğlu Selim'in geçmesini arzu ediyordu. Elinde fırsat iken de e Kanuni'nin en büyük oğlu Mustafa'nın başının "yenmesinin" gerektiği görüşündeydi. Yıllar geçiyor, Kanuni Sultan Süleyman yaşlanıyor, Osmanlı orduları zaferden sefere koşarak deryalarda ve karalarda sınırları genişletiyordu. 1553 yılına gelindiğinde Osmanlı için İran'daki Safevi şahlarının tehlikesi birdenbire arttı. Sınırda yaşanan olaylar sonrası İran üzerine sefer açılması gündeme geldi. İşte o günlerde Kanuni'nin huzuruna Amasya'da Valilik yapan oğlu Şehzade Mustafa mühürlü mektuplar geldi. Mustafa kendi ikbali (yükselmesi padişah olması) için İran şahına yardım ve işbirliği teklif ediyordu. Kanuni'nin başından kaynar sular döküldü. Kızgınlığını içine gömdü. Devletinin bekası (yaşaması) için bir karar vermesi onu da icra etmesi gerekiyordu. 1553 yılı Bahar aylarında orduyu da alarak Konya ovasına kadar geldi. Vilayet ve Sancak beylerini yanına çağırdı. Amasya Valisi oğlu Mustafa'yı da çağırmıştı.

Mustafa, babasının bu isteği üzerine askerlerini de yanına alarak Osmanlı Otağı hümayununa (padişah çadırına) geldi. Kapıda iken nöbetçi askerler "silahını da bırakarak içeri gir" uyarısında bulundular. Halbuki padişahlar ile görüşmek üzere şehzadeler silahları ile huzura kabul olurdu. Kanuni, oğlunun gözlerine dalgın dalgın baktı. Hal hatır sordu. Sonra da "İstirahat buyur" diyerek dinlenmesini istedi. Mustafa huzurdan çıktıktan sonra çadırına doğru gitti. Ve o anda beklenmedik bir olay gelişti. 7 dilsiz cellat üzerine çullandılar. Ellerindeki baltalar ile geleceğin padişahının neresi gelirse (beline, kafasına) vurmaya başladılar. Mustafa, cellatlara direndi. Onları dağıttı veya yere serdi. İşte o anda ünlü cellat Zal Mehmut Ağa elinde balta ile geliyordu. Nutku tutuldu. Zal Mahmut, onun sarayda iken sık sık görüştüğü en yakın arkadaşları arasında idi.

Zal Mahmut, elindeki baltayı Mustafa'ya "Yallah" dedi ve vurdu. Mustafa yere düştü. Cellatmar kement ile boğazını bağladılar. Ve elleri ile sıkarak Mustafa'yı nefessiz bıraktılar. Ve "cesareti ile askere örnek, fazileti ile herkesin gönlünü kazanan şehzade Mustafa - sözde "Devletin bekası (yaşaması) için öldürülmüş oldu! O koskoca cihan padişahı Kanuni, oğlu Mustafa adına mühür basılı mektupların başkaları tarafından yazılmış ve taklit edilmiş düzmece bir belge olduğunu araştırması gerekmez miydi! Bütün dünya insanlarını zulümden kurtaracağını söyleyen ve bu sözleri Topkapı Sarayının giriş kapısına yazdıran Osmanlı7nın kuruluşunun temel felsefesine de aykırı değil miydi olanlar! Bağdat yöresinde kumandanların ot biçtirmek bahanesiyle halka zorla çalıştırmak isteyenlere ceza verilmesi kanunlarını çıkarmamış mıydı Kanuni! Keza Osmanlı'nın yüce tarihi, Macaristan ovasında sefere giden askerlerin hristiyan köyden geçerken bir bahçeden meyve koparırken bile "akçe parayı" kese ile astıkları halka zulüm değil adaletle davrandıkları yazılmamış mıydı Osmanlı Tarihinin altın sayfalarına!...Koskoca Kanuni, kendi kanından canından bir parça olan oğlu Mustafa'ya adaletin zerresini neden göstermemişti!

Rüstem Paşa ve Hürrem Sultan'ın entrika yönetimi yıllardır sürdü gitti. Kanuni'nin gönlü hoş edildi. Sahte gülücükler ile dostluk gösterileri yapıldı. Ama Mustafa'nın olayını unutmayanlardan Taşlıcalı Yahya Bey beddua kokan aşağıdaki ağıt destanı yazdı:

Meded meded yıkıldı bu cihanın bir yanı
Ecel celalileri aldı mustafa hanı

Tolundu mihr-i cemali bozuldu divanı
Vebale koydular al ile al-i osmanı

Geçerler idi geçende o merd-i meydanı
Felek o canibe döndürdü şah-ı devranı

Yalancının kurı bühtanı bugz-ı pinhanı
Akıttı yaşımızı yaktı nar-ı hicranı

Cinayet etmedi etmedi canı gibi onun canı
Boğuldu seyl-i belaya tağıldı erkanı

N'olaydı görmeyeydi bu macerayı gözüm
Yazıklar ona reva görmedi bu rayı gözüm


Mustafa'nın cesedi Bursa'ya gitti. Ve orada kendisi için yaptırılan türbeye kondu. Kanuni, oğlunun cenaze namazına katılmış mıydı? Cenaze namazını kıldıran hocanın "merhumu nasıl bilirdiniz?" sorusuna ne cevap verebilmişti! "Merhuma hakkınızı helal edin" sözleri karşısında ağzından ne sözler dökülmüştü! Hepsinden de önemlisi musalla taşında cansız bedeni yatan Mustafa "babası ve onun canını almak üzere gönderdiği cellatları" için ne düşünüyordu, acaba! Tarihin sessiz sayfaları arasında kaldı bu düşünceler...Mustafa'nın öldürülmesi olayına Yeniçeriler karşı geldi. İsyan belirtileri vardı. Kanuni durumdan rahatsız oldu. İsyancıların feryatlarının arşı alaya çıkması üzerine "damadı" Rüstem Paşa'yı sadrazamlıktan aldı.

Yerine Kara Ahmet Paşa, sadrazam oldu. Ahmet Paşa'nın Sadrazamlığı iki yıl kadar sürdü (1553-1555 yılları arasında) Hürrem' Sultan'ın istekleri doğrultusunda Rüstem Paşa yeniden Sadrazamlık görevine getirildi. "Devran öyle bir devrandı ki! Geçen yıllar insanların fikrini zikrini bir bir ortaya çıkardı. Rüstem Paşa'nın Sadrazamlığı ikinci kez 5 yıl kadar sürdü, 1561 yılına kadar. İshal hastalığına yakalandı. Dermansız kaldı. İpek kumaştan yorganı içinde başucunda altın şamdanlar, avizeler altında son nefesini verdi! Boğazı yutkundu. Suyu bile içemiyordu! Gözlerinin feri döndü. Ikınmalar, sancılanmalar (altına kaçırmalar) sonrası inleyerek can çekerek öldü. Geriye onun için Olucak bir kişinin bahtı kavi talii yar. Biti dahi mahallinde anın işine yarar. sözleri kaldı. Tarihin kirli sayfalarında. Aradan geçen yıllar sonra Tarihci Peçevi, Osmanlı vakanüvisti Peçevi Tarihi olayları, Kanuni zamanında yaşananları yazarken Rüstem paşa bahsinde acı gerçekleri gözler önüne serdi.

Rüstem Paşa'nın çoğunu rüşvetle elde ettiği servetinin listesini verdi. Rüstem Paşa'nın geride bıraktığı malları servetinin dökümü insanı derin derin düşündürüyordu: Anadolu ve Rumeli'de 815 çiftlik, 476 su değirmeni, 1.700 köle, 2.900 at, 1.106 deve, 100 gümüş eyer, 500 altın eyer, 2.000 zırh, 130 çift altın üzengi, mücevherle süslü 760 kılıç, 1.000 gümüş mızrak, 78 bin duka altını, 11.200.000 akçe değerinde nakit parası vardı. Bu kadar serveti elde ederken kaç yöneticinin (Vali, Kumandan, sancak beyi, din adamı) tayinini kaç para rüşvet alarak yapmıştı.

Fatih Sultan Mehmet'in "Kuran idealleri üzere kurduğu Osmanlı Devleti, cihan devleti olduğu bir sırada kudreti ile zirveyle çıktığı "arşı alaya uzandığı" bir zamanda nefsine hakim olamayan duyguları ile karar veren Kanuni'nin yaptığı yanlış ve sadrazamın en büyük rüşvet soygun hareketinin başında bulunması ile içten içe çürümeye başlamıştı. Başı gökyüzüne ulaşan ala ayakları yere basmayan Kanuni ve onu izleyenlerin "basiretlerinin bağlanması" ile Osmanlı tarih sahnesinde çöküşün acı gerçeklerinin yaşandığı bir döneme giriyordu.

Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesi, yanıbaşında kızı mihrimah sultan var İstanbul'da Kapalıçarşıda hayat devam ediyor Üsküdarda Mihrimah sultan Camisi ve iskele meydanı Üsküdar Valide Sultan-Mihrimah Sultan camisi Kanuni Sultan Süleyman türbesi, Süleymaniyecamisi avlusu içindedir.

E. Çağrıcı

E-posta Adresi : [email protected] - Çağrıcı Google+ Yazıları İçin »
SEO Uzmanı Yazar E. Çağrıcı'nın "Şehzade Mustafa" ile ilgili yazılarını ve Youtube sayfalarından takip edebilirsiniz.
DMCA - Kanuni Sultan Süleyman